Felsefenin yeri ve anlamı – Russell

Felsefeyi bilim ile ilahiyat arasındaki alanda konumlandırıyor Russell. İlahiyatla benzer biçimde felsefenin de henüz hakkında kesin bilgi sahibi olamadığımız hususlarda spekülasyonlar içerdiğini, bilime benzer olarak da gelenekselliğin veya dinselliğin otoritesine değil insan aklına yöneldiğini belirtiyor. Bütün dogmaların ilahiyata, bütün kesin bilginin bilime ait olduğunu, ikisi arasındaki tampon bölgede (no man’s land) bulunan felsefenin her ikisinin de saldırılarına açık olduğunu yazıyor.

Bu alanda sorular var. Zor sorular. Kainatın bir amacının veya birliğinin olup olmadığı sorusu gibi… Bu sorulara laboratuvarlarda cevap yok. İlahiyatçıların kesin olarak verdikleri cevaplardaki fazla kesinliğin modern insan için kuşku uyandırıcı olduğunu ve eskisi kadar ikna edici olamadığını yazıyor ve bu sorularla uğraşmanın felsefenin işi olduğunu belirtiyor.

Sonra da soruyor, madem ki bu sorular cevapsızdır, felsefe ile uğraşmak anlamsız mıdır?

Russell bu soruya iki cevap veriyor. Biri tarihçi olarak, biri de kozmik yalnızlığın dehşeti içerisindeki birey olarak.

Tarihçinin cevabı: İnsanların özgürce düşünebildiği zamanlardan beri onların fiilleri, sayısız önemli açıdan, dünya ve insan hayatına dair, neyin iyi ve neyin kötü olduğuna ilişkin kuramlarına bağlıdır. Bu bugün de dün olduğu gibi geçerlidir. Bir çağı veya bir milleti anlamak için onun felsefesini anlamamız gerekir. Felsefeyi anlamak ise bir ölçüde filozof olmayı gerektirir. Burada karşılıklı bir nedensellik var: İnsanların felsefeleri durumlarını belirliyor. Durumları ise felsefelerini belirliyor.

Russell’in bu soruya “daha kişisel bir cevap” olarak verdiği diğer yanıt ise şu: Bilim bize neyi bilebileceğimizi söyler. Fakat bilebildiklerimiz azdır. Eğer neleri bilemediğimizi unutursak çok büyük önemi olan konulara duyarsızlaşırız. Diğer taraftan ilahiyat, bildiğimize dair bizi dogmatik bir inanca yöneltir, oysa cahilizdir. Böyle yaparak kainata yönelik ilgisiz bir tür kabalığa yol açar. Canlı umutların ve korkuların mevcudiyetinde kesinlik yoksunluğu acı vericidir, fakat rahatlık sağlayan peri masallarının yardımı olmadan yaşamak istiyorsak Russell’e göre buna katlanmak zorundayız. Felsefenin sorularını unutmak iyi olmadığı gibi bu sorulara şüphe duyulmayacak yanıtlar bulduğumuza kendimizi inandırmak da öyledir. Nasıl yaşanacağını kesinlik olmadan öğretmek ve hatta tereddütle felç olmamak, muhtemelen felsefenin çağımızda onu çalışanlara sağladığı başlıca yarardır denilebilir.

Bertrand Russell, History of Western Philosophy, Preface bölümünden notlar ve çeviri.

Posted in Genel

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir