[…] Bitişik odada Enver Efendi, kızını odanın köşelerinden birine oturtmuş, önüne bir gaz sandığı koymuş, üstünde kitap, kendisi de karşısına geçmiş bir kalemin ucu ile satırları gösteriyor, çocuk kalemin ucuna gelen yazıları okumaya çalışıyor. Yanlış okuyunca tokat geleceğini, kulağından tutulup burnu kitaba sürüleceğini bildiği için korkuyor, başını sakınıyordu.
Okunan şey: Kuran; ne kız okuduklarını anlıyor, ne de babası. Kızın yanlış okuduklarını babası doğru okuyabiliyor mu? Belli değil!
Kızcağız yedi sekiz yaşlarında kadar, cılız bir çocuk. Güzel değilse de, sevimsiz de değil. Anlayışsız bir kıza da benzemez. Korkmasa bu çetrefil, okunmaz sözleri belki daha kolay okuyacak. Babası, çocukların ancak dayakla okuyabileceklerine inanmış. Bilmiyorsa, döversin, öğrenir; okuyamıyorsa döversin, okur, diye düşünüyor. Harfleri tanıyor, üstün esre de belli, niçin okuyamıyor? Haylazlığından! Tokadı yiyince okur! Şimdi tokadı yer ama, sonra bana dua eder. Çocuğunu dövmeyen, dizini döver. Ölürse yer beğensin, kalırsa el beğensin… Bu sözlerle kendini hazırlayıp, kızdırıp, kudurtup çocuğunu dövüyor, vurdukça içinde acı bir sevinç duyuyordu.
İhsan Hanımın dedikleri doğrudur. Yedi sekiz gün içinde kızcağız süzülmüş, solmuş, gözleri çukura kaçmıştı. Sol yanağında, sol gözünün kıyısında bir sinir çekiliyor, bir buruşma uçuyor, çocuğun başını sol omzuna doğru çekiyordu. Gözleri sıtmalı, yanaklarında uçuk bir pembelik, kulakları ateş gibi yanarak bu anlamadığı yazıları okuyordu:
– Ye, ye, yete, yetefaalûne… Yi, yirce, iley… yirce ileyke…
Tokat inecek korkusu ile arasıra başını sakınıyor, babasının elindeki kalemin ucu harflerden birinin çengeline takılınca sakınması artıyordu.
Bu gece kalemin ucu dördüncü olarak bir harfin ucuna takılınca, kızcağız, bir iki kekeleyişten sonra yorgun, durdu. Başını kaldırıp odaya baktı. […]
Memduh Şevket Esendal’ın 1924 yılında yazdığı “Seni Kahve Paklar” isimli hikayesinden…
Bu alıntı, haylazlıklarından ğayn ( غ ) harfini veya diğer mahreçleri bir türlü kusursuz şekilde çıkaramamış ve bunun kaçınılmaz sonuçlarını tekrar tekrar yaşamış bütün çocuklara armağan olsun.
Son cümle: Yenmesi muhakkak olan dayağı beklemenin üzüntü, keder ve sıkıntısı, dayağın kendisinden daha fenadır.
Avukat, yazılım geliştirici. Amerika’da yaşıyor.
“[…] Eğer {sımsıkı kundaklama sonucu} yaralar ya da kangren engellemezse bu insan paketi daha sonraki aşamalara geçiyordu. Kemerler kullanılarak ona, hayvanlara özgü dört ayak üzerinde yürüme alışkanlığından kaçınarak, Tanrı’nın emrettiği şekilde ayağa kalkması ve yürümesi öğretiliyordu. Daha sonra, biraz daha büyüdüğünde dokuz kuyruklu kamçının, bastonların, değneklerin, tahta ya da demir sopaların ve diğer pedagojik aletlerin kullanımı yoğun bir şekilde devreye giriyordu.
Krallar bile bundan muaf değildi. Fransa Kralı XIII. Louis tahta çıktığında sekiz yaşındaydı ve güne tokatlardan nasibini alarak başlayacaktı.
Kral çocukluğunda hayatta kalmayı başardı.
Hayatta kalmayı başaran başka çocuklar da oldu, kimbilir nasıl? Ve sonra onlar da çocuklarını eğitmek için mükemmelen antrenmanlı yetişkinlere dönüştüler.”
Eduardo Galeano, Aynalar, “Çocukluğun Keşfi”nden, s. 101-102
“Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi Orta ikinci sınıf öğrencisi 14 yaşındaki Göktuğ Çelikus, 7 katlı bir binadan atlayarak canına kıydı. Çelikus’un, öğretmeni ve müdürden dayak yediği, bu nedenle intihar ettiği ileri sürüldü.”
Sabah Gazetesi, 10 Mayıs 1997
https://web.archive.org/web/20191213091314/http://arsiv.sabah.com.tr/1997/05/10/f06.html
https://twitter.com/politikaloji/status/1208880320445063168?s=20