“Cenubî amerika latin edebiyatı örneklerinden” bir Memduh Şevket Esendal hikayesi…
Lise edebiyat kitabındaki bir hikayesiyle tanıdım onu. Öyküsünün sonundaki “hayat güzel, insanın ömrü olmalı da yaşamalı” sözü zihnime bir edebiyat dersinde nakşoldu. Hayatın sıradan, basit ayrıntılarını gözlemliyor, duru bir dille anlatıyordu. Kendimi bu üsluba yakın buldum.
“Göç başlıyor”, “Mutlu bir son” adlı hikaye derlemesinden ((Kaynak: M.Ş.E., Mutlu Bir Son, Bilgi Yayınevi, Ocak 2005)). Farklı, masalsı bir hikaye bu. Gerçek olamayacak bir hayalin yoluna düşmeyi anlattığı için sevdim sanırım. İspanyol fatihlerin acıklı Eldorado serüvenlerini anımsattı. Ve biraz da, Don Quixote’yi…
Bir siyaset gülmecesi olarak da okunabilir. Aziz Nesin’i hatırlatan.
Göç Başlıyor
–Cenubi Amerika Latin Edebiyatı Örneklerinden–
Orta yüzyıllarda Saragos Krallığı içinde Tarmedor beyleri altmış-yetmiş yıl, birbirleriyle boğuşup savaşarak o kadar kırışmışlar, o kadar vuruşmuşlardı ki, yerleri olan Tarmedor ovaları, dağları dumanları tüten bir yangın yerine dönmüş ve ne öldürülecek asker ne de öldürülecek köylü kaldığı için beyler de başka yerlere göçüp kendilerine yıkacak yurt aramak derdine düşmüşlerdi.
Bunların arasından biri bir gün kendine gidecek yer bulamadı ve çocukların ona söyledikleri bir masalı hatırlayarak ırmaklarından altın akan ülkeye gitmek istedi. Bunu işiten kel kâhyası, topal, çolak haznedarı, kör avcısı, kalkıp şehirlilerden sağ kalıp birer bucağa sığınmış olanlar arasına bir gürültü saldılar ki, sinyor, ırmaklardan altın suyu akan ülkeye gidecek ve oralarda gölgede kâse ile kuşsütü içip Sabâ Melikesi Belkıs’ın torununun torunu ile evlenecek!
Bunu işitenler şaşıp kaldılar ve aç, çıplak, susuz da kalsalar bu sinyorun kuşsütü içip Belkıs’ın torununun torunu ile evlendiğini görmek istediler ve kel kâhyaya yalvardılar ki, sinyor bunları da birlikte götürsün. Gidip sinyora anlattılar. Sinyor düşündü, “Olsun!” dedi. Toplananlar sevindiler, sinyorun sarayının eşiklerinden öptüler ve sabah akşam kapının önünü beklemeye başladılar. Bir gün, iki gün, beş gün geçti; beş hafta geçti, insanlar arttıkça arttılar, toplandılar, bağrıştılar, çağrıştılar, saraydan bir ses çıkmayınca burçların pencerelerini taşlamaya başladılar. Sinyorda o kadar asker yok ki bunları kovsun. Kâhyasını çağırdı.
“Ne olacak?” dedi.
“Efendimiz bilir.” dedi, kâhya sustu.
Sinyor yeniden sordu:
“Ne olacak?” dedi.
“Efendimiz, gideceğiz!”
“Nereye?”
“Irmaklarından altın suyu akan ülkeye!”
“Ben oranın neresi olduğunu bilmiyorum ki!”
“Efendim, bilmek istemez. Yola çıkarız da yol elbette bizi bir yere kadar götürür.”
“Doğru. Gidelim.” dedi, “Gemimiz var mı?”
“Kıyıdan birinin gemisini alırız.”
“Güzel, herkese söyle, yarın yola çıkıyoruz.”
Kel kâhya balkona çıktı, herkese anlattı. Herkes kırk günlük erzakını alsın yanına, yola çıkılıyor, denildi. Kamu mırıldandı:
“Bizim kırk günlük azığımız olsa gider miyiz? Bizden gitmek, azık ekmek beyden” dediler.
“Bey nereden bulsun?” denildi.
“Alsın, çalsın, bulsun. Bunca yıldır neyle geçiniyordu?”
Beye söylediler.
“Peki” dedi, “gitsinler halkı toplasınlar.”
Geldiler, kalabalığa söylediler. Kalabalık sevindi. “Yürü ya!” diye bağırışarak şehre daldılar. Birbirlerini topladılar. Topladıklarını getirip yalıya yığdılar. Bir de gemi aldılar, içine doldular.
“Bey gelsin, gidelim, herşey hazır” dediler.
Beye haber gitti. Bey giyindi, kuşandı, kılıcını taktı, nişanlarını taktı, yürüdü. Sarayının kapısından dışarı adım atar atmaz borular, trampetler çalındı. Karı kızan sokaklara üşüştüler, “Yaşasın!” diye bağırdılar. Gemiye adımı atar atmaz kaleden topları ateşlediler. Gemi demirini aldı, kalktı. İlkin sağa, sonra sola gitti. Kıyıdan bakanlar dediler ki:
“Anlaşılan gemi hava arıyor.”
Gemi, bir sancağa, bir iskeleye gide gele gözden kayboldu.
Memduh Şevket Esendal
Kâbil, 1937
Avukat, yazılım geliştirici. Amerika’da yaşıyor.